CARL GUSTAV JUNG – DÖRT ARKETİP
İsviçreli tıp ve psikiyatri kökenli ruh çözümlemecisi Carl Gustav Jung (1875-1961)Dört Arketip kitabının büyük bölümünü arketip tanımı ve anne arketipinin kavramları ve komplekslerine ayırmış. Kitaptan sizin için seçtiklerim:
İnsan “insan olmak” hususunda bir anlatıya giriştiğinde irdeleyeceği hep kendisi olacaktır. Hiç bir özgün kuram öteki kişiden çıkmaz! Her şey kendinin kuramıdır. Diğer kişi ancak bir ilişki sürecinde diğer kişide kendini bulmak ve oluşturmak içindir. Jung kendi merkezci kuramını şöyle açıklıyor: Yaşamım bir anlamda yazdıklarımın özünü oluşturuyor. Kişiliğim ve yazma biçimim bir bütün. Tüm düşüncelerim ve çabalarım aynı zamanda “ben”im. Bu nedenle özgeçmişim “ben”in yalnızca küçük bir parçası. Yapıtlarım, içsel gelişimimi ifade ettikleri için yaşam yolumdaki belli durak noktaları olarak değerlendirilebilir. Beni harekete geçiren ruhun konuşmasına izin verdim. (Jung.2001)Jung’u okul yapan, bütün insan türevlerine yansıyan sembol-bilim alanındaki çalışmaları ve kolektif bilinçdışının dinamik ve görüngülerini irdeleyen yaşam eseridir. Karanlığa her zaman saygı duymuş , karanlık olmadan aydınlığın mümkün olamayacağını vurgulamıştır. Aydınlık ve karanlığın iç içeliğinin oluşturduğu alacakaranlık onda hiçbir zaman vasat bir grilik olarak görülmemiştir. İnsan yaşamının temel gailesi , kendi tedavisidir. Yani kendi eksikliklerini tamamlamak , çatışmalarını çözümlemek ve zedelenmişliklerinin azabını hafifletmektir. Bunu başarmak dünyayı yeniden ve merkezinde kendisi olmak kaydı ile kendi dünyasında “tamam” etmektir. Yaratıcılık dediğimiz tam olarak budur:
“Dünyayı tamam etme eylemi”
Simyacılar , “doğanın yarım bıraktığını sanat tamamlar” der. İnsan yaratılışın tamamlanması için gereklidir. Çünkü insanın kendisi ikinci bir yaratıcıdır. Dünyanın nesnel varlığını kazandıran”o”dur. Jung, insanı anlam yaratmaya memur ve zorunlu ilan eder.
Tüm düşüncelerim , güneşin çevresinde dolaşan gezegenler gibi Tanrı’yı merkez alıyor.(Jung.2001)
Jung merkeze insan bilincini yerleştirerek modern bir tutum sergilemenin ötesine geçmiştir. Ruhsal içerikler ki bunlar dış gerçekliklerle ilişki içinde oluşmuş “numinos” tasarımlar niteliğiyle “arketip” olarak tanımlanmıştır. Kendi başına varoluş birimleri , özerk güç ve çekim kaynakları olarak kurgulanmıştır.
“Analitik Psikoloji” okulu arketiplerin doğası gereği , imgeler ve resimlerle çalışır. İmgelerin çok anlamlılık ve muğlaklıkları, çok daha belirli ve keskin bir ifadeyi taşıyan sözcüklerin açıklığından farklıdır. İmgeler çocukluluğu ve çocuksuluğu çağrıştırır. İmgelerin gerçeklik çıpası , sözlerden çok daha derinlere , gerilere gider. Arketiplerin işlevi , kristalizasyon odakları gibi mevcut türe özgü biyolojik evrimsel algılama-duyumsama-yorumlama-tepkileşme şemaları oluşturmak değildir. Arketipler o şemaların mihenk noktalarında beliren , kendini gösteren ve kendini zorlayan görüngülerdir. Arketipler bir yer ve durumun imgesidirler ve o yer ve durumun kendinden kaynaklanan zorlayıcı yanları vardır. Bu durum paradoksal gözükse de daha bir vazgeçilmez kılar. Zira güçleri kendinden taşınabilir değildir. Ana eylemleri şemaları ve duruşları somutlaştırmalarıdır. Şekilleştirilen “numinosum” ile kavramlanamayan gizemli bir güç ile doldurulan ruhsal içeriklerin (arketip) insan ve doğa ile ilgili her türlü sorunda başvurduğu , yardımlaştığı ya da çatıştığı dışlaştırılmış gizemli güçlerle benzerliği açıktır. Modern zamanların had bilmez bilinçliliğinden farklı olarak , benliğin zaaf ve sınırlılığının Ruh’un görkem ve çokluğunun ayırdında Jung’un uçları kavuşturan duruşu postmodern zamanlarda daha bir modern gözükmektedir. Jung’un kuramsal kurgusunun çekirdeği ,tekil bir insanlık ön önerisi olan bireyselleşme (individuasyon) süreci ,bir bütünleşme sürecidir. Ruh’a doğru gelişme- büyüme-açılma serüvenidir. Jung’a göre psikanaliz bu olasılığın uyarılması , tıkanıklıkların açılması , akışın kolaylaştırılmasıdır. Birleşme sürecinin hem amacı hem kazanımı olan bireysel bilinçlenme , nihayetinde tüm insanlığın ortak bilincine sunu ve katkı sağlar. Birleşme sürecinin temel düzeneği bilinç ve bilinçdışının karşılıklı eyleşimidir. Kişinin kendi merkezine doğru büyük yolculuğunu tarif ederken Jung’un başvurduğu referanslar arketipsel sembollerdir. Bu süreçte bireyin öncelikle tanışması ve entegre olması gereken arketipsel öge, kendi “gölge”sidir.
İmgeler bilinçdışıdır ve bilinçsizce tutku ya da nefrete neden olabilir. Yaşam yolcusu , kendini tanıma (bilinçlenme) serüveninde optimal koşullarda pek çok arketipsel karşılaşmalarla artar, zenginleşir. Bütünleşme her zaman dönüşüm ile birliktedir. Kendindeki ötekini özümsemiş olan insan aynı kalamaz, dünya görüşü ve modelinde , dolayısıyla da yaşamında sarsıcı değişim kaçınılmazdır.
Anne Arketipinin Psikolojik Yönleri:
Büyük anne kavramı din tarihi kökenli bir kavramdır ve anatanrıça tiplemesinin çok çeşitli yönlerini içerir. ”Eğer bir filozof olsaydım Platon’cu savı sürdürür ve şöyle derdim; bir yerlerde “göksel bir yerde” “analık” (en geniş anlamı ile) ile ilgili tüm fenomenlerin öncesinde ve üstünde olan bir anne ilkimgesi var.”diyor Jung. Bilinç öncesi psike, örneğin yeni doğmuş bir bebeğin uygun koşullar sağlandığı taktirde her şeyin doldurulabileceği boş bir levha değildir. Aksine son derece karmaşıktır. Fark edemememizin nedeni doğrudan göremiyor olmamızdır. Fakat bebek tepkiler vermeye başladığında görmemek için kör olmak gerekir. Her arketip gibi anne arketipinin de sayısız tezahürü vardır. Tipik bazı biçimleri ;anne , büyükanne, üvey anne , kayınvalide , bakıcı , dadı ,sütanne ,bilge kadın, tanrıça , gençleşmiş anne(sevgili),cennet, kutsal mekan, üniversite, kent, ülke,gök,toprak,orman,deniz,akarsu,tarla,bahçe,mağara,ağaç,derin kuyu, çiçek (gül ve lotus) mandala ,büyülü daire, bereket boynuzu ,rahim ,tencere, inek ,tavşan , her türlü yararlı hayvan .Bütün bu simgeler olumlu , iyi bir anlam ya da olumsuz kötü bir anlam taşıyabilir. Uğursuz simgeler cadı, ejderha, mezar, tabut , derin su, ölüm , kabus vb.dir. Anne arketipinin özellikleri annelik ile ilgilidir. Dişinin sihirli otoritesi , aklın çok ötesinde bir bilgelik ve ruhsal yücelik , iyi olan ,bakıp büyüten ,taşıyan , bereket ve besin sağlayan , sihirli dönüşüm ve yeniden doğuş yeri , yararlı içgüdü ya da itki , gizli , saklı , karanlık olan , uçurum , ölüler dünyası , yutan , baştan çıkaran , zehirleyen , korku uyandıran , kaçınılmaz olan . Çelişkileri kitabında “seven anne” ve “korkunç anne” olarak ifade ediyor. Seven anne ve korkunç annenin Hindistan’daki karşılığı zıt özelliklere sahip Kali’dir. Annenin etiolojik yani travmatik etkilerini iki gruba ayırmak gerekir. Birincisi kişisel annenin gerçekten sahip olduğu karakter özellikleri ya da tutumundan kaynaklanır. İkincisi kişisel annenin görünürde sahip olduğu , aslında çocuğun anneye yansıttığı özelliklerden kaynaklananlar. Gerçekte olan sanıldığı gibi travmatik nedenlerden değil, çocuk psikolojisindeki garip bir gelişim (ya da yorumlamadan) kaynaklandığını Freud’da görmüştür. Bu nedenle çocuktaki nevrozun nedenini annede ararım çünkü çocuk öncelikle nevrotik değil normal gelişim göstermeye meyillidir. Vakaların çoğunda sebep anne babadır. Çocuk fobilerinde anne sık sık hayvan , cadı , hortlak ,insan yiyen dev ve benzeri olarak görülür. Fakat bu fanteziler her zaman mitoloji kökenli değildir. Her zaman bilinçdışı koşullanmalardan değil bazen masallardan , tesadüfen duyulmuş sözlerden ve benzeri şeylerden kaynaklanabilir. Bu nedenle her halükarda titiz bir incelemede bulunmak gerekir. Bir arketip kesinlikle can sıkıcı bir önyargı değildir. Ancak yanlış yerde olduğunda öyledir.
Anne Kompeksi:
Özellikle aşırı evhamlı annelerin çocuklarının ,düzenli olarak rüyalarında annelerini kötü bir hayvan ya da bir cadı olarak görmeleri , çocuk ruhundaki bölünmeye , böylelikle de nevroz olasılığına yol açar. Anne kompleksinin etkileri erkek ya da kız çocuklarına göre farklılık gösterir. Erkek çocuğunun kompleksi karmaşıktır .Kız çocuğunun kompleksi saftır ve karmaşık değildir. Burada annenin etkisiyle dişi içgüdülerinin aşırı güçlenmesi ya da tamamen yok olana kadar zayıflatılması söz konusudur. Olumsuz yanı tek amacı doğurmak olan kadındır. Erkek açıkça ikincil önemdedir. Kadın için kendi kişiliği de ikincil önemdedir. Erkek çocukta olumlu anlamda gelişmiş bir estetik ve zevk , cinsiyetlerarası dostluk anlayışı , zengin bir din duygusu , vahiy ya da ruhsal açıklık şeklinde tezahür edebilir. Cesur , kararlı bir erkeklik , en büyük hedeflere ulaşma hırsı, budalalıklara, saçmalıklara , tembelliğe muhalif bir ruh , ödün vermez sağlam bir irade ,belirsizliklerden ürkmeyen bir merak ,dünyaya yeni çehre kazandıran devrimci bir ruh olumlu tezahürleri olabilir. Karmaşık durumlarda eşcinsellik veya iktidarsızlık olarak görülebilir. Kızlarda ise annenin kıskanılması ve üstün olma isteği, ileride daha kötü senaryolara ,evli erkeklere ilgi ve yuva yıkma isteği ile üstün olma arzusuna itebilir. Amaçlarına ulaşınca annelik içgüdülerinin eksikliğinden dolayı ilgisini yitirir ve diğer kişilere ilgisini çevirir. Bunu tamamen bilinçsizce yapar. Kız anne ile tamamen özdeşliğinde ise dişilik özellikleri felce uğrar ve cinsellikle ilgili her konu aşağılık kompleksine neden olur. Bilinçli olmadan annesine sadakat ve boyun eğerek yapar. Kız hayatı boyunca annesinin gölgesi olarak yaşar.
Anneye Karşı Direnç :
Bu orta tip olumsuz anne kompleksine mükemmel bir örnektir. Ne olursam olayım, yeter ki annem gibi olmayayım! Bir yandan anneye hayranlık diğer yandan red-etmeye varan kıskançlık söz konusudur. Ne istemediğini çok iyi bilir ancak ne istediğini hakkında bir fikri yoktur. Tüm içgüdüleri tamamen anneyi red-etmeye odaklandığı için kendine ait bir yaşam kurmakta zorlanır. Ola ki evlenirse evlilik ya anneden kurtulmak içindir ya da evlendiği erkek annesinin karakter özelliklerine sahiptir. Ya istemeden çocuk sahibi olur ya da evlilik ilişkisinin gereklerini isteksiz ve huzursuzlukla sürdürür. Tüm bunları bilinçsizce yaptığını hatırlatmak isterim. Bir ailenin temsilcisi anne, aile ,cemaat, topluluk ,gelenek ve benzeri tüm şeylere karşı aşırı tepkilidir. Bu kişiler istem dışı kap kacak, tencere kullanmakta beceriksiz, giysi seçiminde zevksizdir. Bir diğer tezahür anneyi entelektüel eleştirellik ve bilgi üstünlüğü ile kırmak ya da tüm mantık hatalarını , cahilliğini yüzüne vurmak şeklinde görülür. Entelektüel gelişimin yanı sıra , erkeğe özgü nitelikler de öne çıkar.
Anne Kompleksinin Olumlu Yönleri :
Annelik içgüdüsünün aşırı gelişmesinin olumlu yönü , bütün çağlarda övgüler yağdırılmış olan anne imgesidir. Yetişkinlerin en dokunaklı , en unutulmaz anılarından biri , her türlü oluşum ve değişimin gizemli kaynağı , eve dönüşün , her tür başlangıç ve sonun sessiz temeli , anne sevgisidir. Doğa kadar tanıdık ve yabancı , sevgi ve şefkat dolu , yazgı kadar acımasızdır. Şevkle bıkmadan usanmadan yaşam verir, acıların anasıdır, ölümün ardından kapanan karanlık , yanıtsız kapıdır. Anne , anne sevgisidir ve kişiye has deneyim ve sırdır. Doğuştan içimizde olan mater natura ve mater spiritualis (doğa ana ve tinsel ana) imgesinin , çocukken emanet ve teslim edildiğimiz yaşamın tamamının taşıyıcısı “anne”dir. Tüm bunların farkına vararak onun omuzlarındaki yükü almakta bir an bile tereddüt etmemeliyiz. Zira anneyi çocuğa , çocuğu anneye zincirle bağlayan bu anlam ağırlığıdır. Hiç bir anne kompleksi annenin salt insani ölçülere indirgenmesiyle çözülemez. Böyle bir çabaya girmek yüce bir değeri yok etme ve iyilik perisinin altın anahtarını fırlatıp atmaya benzer. Anne arketipi bilimsel bir sorundan ziyade acil bir ruhsal hijyen meselesidir. İlkimgelerin şu ya da bu şekilde farkında bilincinde olunduğunda enerji insana akar. Aradaki bağı korumada başarılı olunamazsa anne veya baba kompleksinin altında yatan enerji gerisin geri bilinç dışına kaçar. Böyle bir durumda bilinç dışının doğru ya da yanlış tüm yargılarına iyiden iyiye teslim olur. Karanlığın olmadığı bir dünyada ışığın bir hükmü olmadığı gibi , tek başına akıl da anlamsızdır. Annenin bilge öğüdünü ve doğanın her varlığa sınırlar koyan acımasız yasalarını insan mutlaka dikkate almalı , dünyanın zıt güçlerle dengede tutulduğu için var olabildiğini asla unutmamalıyız. Genellemelerden kaçınmalıyız zira anne çocuğun ilk dünyası , yetişkinin son dünyasıdır. Erkeğin anne ile görüşleri genellikle duygusal yani anima lehine önyargılıdır.
Aşırı gelişmiş Eros:
Anneye tepki olarak gelişir. Erkeğin sadece dölleyici ve tarlanın kölesi olarak ruhsuz bir varoluş sürdürdüğü bir anaerkilliğe dönüştür. Annelik ve dişiliğin aşırı ağırlığı altında ezilen bir erkeğin kurtarılmasını hedefler. Kocasına içgüdüsel olarak müdahale eder. Bu evliliklerde erkek baba ,kadında ise anneden başka bir şey yoktur. Birbirlerine bu şekilde hitap ederler.
Karşıtlar ayırt edilmediği sürece bilinç olmaz. İlk günah bilinçsizliktir. Logos için kötülüğün ta kendisidir. Bilinç daima bilinçdışının dikkate alınmasıyla var olabilir.
Çatışma yaratmak duyguların ateşini yakar ve her ateş gibi bunun da iki yönü vardır. Yakmak ve aydınlatmak. Duygu bir yandan sıcaklığı ile her şeyi var eden , tüm gereksizleri yakıp kül eden simya ateşidir. Bütün bilinçlenmelerin kaynağı duygudur. Duygu olmadan karanlığın aydınlığa , ataletin harekete dönmesi imkansızdır.
Salt kız çocuğu :
Bir erkeğin yardımı olmadan biraz olsun kendini bulamaz. Kendine biçilmiş olan rolü uzun bir süre büyük bir gayretle oynar. Bundan bıkınca kendinin kim olduğunu keşfedebilir. Salt bir meslek veya yetenekle özdeşleşerek var olur ve de fedakar eş olabilirler. Aslında çok yetenekli olabilirler ancak bilinçleri gelişmediği için farkında olmazlar. Bu yeteneklerini farkında olmadan eşlerine yansıtırlar. Önemsiz silik bir adam sihirli ata binmiş gibi başarılara imza atabilir. Olumsuz yönü aşırı titiz, sevimsiz , her şeye direnen biri olmaktır. Muğlak ve karanlık şeylere düşman belirgin , net , mantıklı şeylere değer verecektir. Kız kardeşinden soğukkanlı , kocasının kız kardeşi ve en yetkin danışmanı olacaktır. Anne kompleksinin etkileri bilinçdışıyla ilgilidir. Bir kompleksin üstesinden gelmek ancak o kompleksin sonuna kadar yaşanmasıyla olur. Goethe’nin dediği gibi “dışarıda olan her şey aynı zamanda içeridedir” Anne tüm deneyimleri içine alan biçimdir. Baba ise arketipin dinamizmini temsil eder, hem biçim hem enerjidir. Arketipin taşıyıcısı öncelikle kişisel annedir. Çünkü başlangıçta çocuk onunla tam bir ortaklık , bilinçdışı bir özdeşleme içindedir. Ben bilincinin uyanması ile ortaklık yavaş yavaş ortadan kalkar ve bilinç , bilinç dışı ile zıtlaşmaya başlar. Ki bu da bilincin ön koşuludur. Ben ve anne ayrımı oluşur ve annenin tüm kişisel özellikleri anneanneye yüklenir. Anneannenin hem bilgelik hem cadılık özellikleri taşıdığı sık görülür. Anneden anneanneye geçiş arketipin statüsünün yükseldiği anlamına gelir.
Kadın için anne , cinsiyetinin belirlendiği bilinçli yaşamın misalidir. Erkek için anne, bilinçdışının imgeleri ile dolu , simgesel bir karaktere sahiptir ve anneyi idealize etme eğilimi bundan kaynaklanıyor olabilir. Birini idealize etmek kötülükten korunma isteğidir. İnsan korktuğu şeyi savuşturmak istediğinde idealize eder. Korkulan şey bilinçdışı ve onun büyülü etkisidir.
Abaissement:
Fiziksel ve psişik yorgunluk , bedensel hastalıklar şiddetli duygulanımlar ve kişinin özgüvenini son derece yıpratan şok sonrası ortaya çıkabilir. Abaissement genel kişilik üzerinde daima daraltıcı bir etkiye sahiptir. Kişinin özgüvenini ve girişkenliğini azaltır ve giderek artan bir benmerkezcilik nedeniyle giderek ufku daralır. Sonunda gerçekten de olumsuz bir kişilik yol açar, ki bu özgün kişiliğin sahteleşmesi anlamına gelir. Çoğalma anlamındaki dönüşüm dış kaynaklarla oluşur. Dış kaynaklı fikirlerin bizi etkilemesinin nedeni içimizde bir şeye karşılık gelmesidir. Ruh zenginliği ganimet biriktirme ile değil , alımlama açıklığı ile olur. Kişinin asıl zenginliği içsel kaynaklarla beslenen bir çoğalmanın bilincine varmaktır. Ruh yeterince büyük değilse , nesnemizin büyüklüğü ile baş edemeyiz.
Sık karşılaşılan bir durum da , dünyayla ilişkilerimizde sergilediğimiz davranış biçimi ya da uyum sağlama sistemi olan persona ile özdeşleşmemizdir. Nitekim her mesleğin kendine özgü bir personası vardır. Persona ile özdeşleşme tehlikelidir, bu durumda insan kendi biyografisinde yaşar. En basit işi bile doğallıkla yapamaz. Personanın insanın gerçekte olduğu şey değil , başkalarını. Ve kendisinin olduğunu düşündüğü şey olduğu söylenebilir. İnsan görüldüğü gibi olmaya meyilldiir çünkü persona nakit para ile ödüllendirilir.
Bireyi etki altına alan bir diğer faktör düşük işlev de denen “gölge” ya da “anima” dır. İnsan kişiliğinin karanlık yönüyle özdeşleştiği durumdur. Gölge tarafında ele geçirilen bir insan daima kendi ışığını keser ve kendi kendine tuzak kurar. Eline geçen her fırsatta başkaları üzerinde olumsuz izlenim bırakır. Çoğunlukla kendini şanssız olarak görür ve kendi düzeyinin altında yaşar.
Bir diğer durum bir grupla özdeşleşmedir. Burada bireyin bir grup olarak ortak bir dönüşüm yaşayan bir dizi insanla özdeşleşmesi söz konusudur. Dönüşümü kendinde değil de grup içinde yaşar. Bir grubun deneyimi , bireyin kendi kişisel deneyim ve dönüşümünden çok daha düşük bir bilinç düzeyinde gelişir. Çok sayıda insanın bir araya gelmesi ile oluşan ortak ruh , tek tek bireylerin düzeylerinin çok altındadır. Eğer grup .çok büyükse ortak ruh hayvan ruhu gibidir. Büyük örgütlerin ahlaki durumlarının şüpheli olmasının sebebi budur. Özetle grupla özdeşleşme basit ve kolay yol olsa da kişi bulunduğu durumdan daha derine inemez.
Demokritos “ Doğa doğa ile şenlenir , doğa doğayı kucaklar, doğa doğaya hükmeder” der. İstesek de istemesek de doğal dönüşümden geçeriz. Doğanın dönüştürmek istediği öteki , aynı zamanda biziz. İnsan biri ölümlü diğeri ölümsüz Dioskuros çiftidir. Bu ikisi hep bir aradadır ancak hiçbir bütün olmazlar. Dönüşüm süreçlerinin amacı bu iki kısmı birbirine yaklaştırmaktır.
Fakat bilinç buna direnir çünkü öteki yabancı ve tekinsiz gelir; çünkü kendi evimizin tek efendisi olmadığımız fikrine bir türlü alışamaz, hep ben olmayı tercih ederiz. Oysa içimizdeki dost ya da düşmanla karşı karşıya gelmişizdir. Onun dost mu düşman mı olacağı bize bağlıdır. İnsanın kendi sesini duyması son derece doğaldır. Her kim içindeki ses yakınsa şifalanır.
Enerji (libido) kaybının en önemli belirtisi yorgunluktur. Bütün bu süreç önem taşıyan bir anın farkına varılmamasını anlatır.
Yaşlı bilge adam :
Düşlerce büyücü, hekim , din adamı , öğretmen, profesör , dede ve otorite sahibi herhangi biri olarak görülebilir. İnsanın idrak , anlayış , iyi tavsiye , karar , plan gibi şeylere ihtiyaç duyduğunda ama kendi imkanları ile bunlara ulaşamadığında ortaya çıkar. Arketip bu ruhsal yetersizliği , boşluğu dolduran içeriklerle telafi eder. Masallardaki yaşlı adam sık sık kim , neden ,nereden ,nasıl ,nereye sorularını sorarak insanın kendi üzerinde düşünmesini , mevcut durumun ve hedefin görülmesini sağlar. Yaşlı adam hangi yolların hedefe gideceği bilir ve kahramana gösterir. Karşılaşacağı tehlikeler konusunda onu uyarır. Bunlarla baş etmenin yollarını anlatır. Yaşlı adam , akıllılık , bilgelik ve idrakin yanı sıra ahlaki özelliklere de sahiptir. Hatta insanın ahlakını sınar ve armağanlarını verip vermemesi bu sınava bağlıdır. Tüm arketiplerin olumlu , yararlı , aydınlık , yukarıyı işaret eden bir yanı olduğu gibi , aşağıyı işaret eden , kısmen olumsuz , düşmanca ya da genellikle nötr bir tarafları da vardır. Bu durum ruh arketipi içinde geçerlidir.
İnsanlık tarihi başından beri aşağılık duygusu ile kibrin çatışmasından ibarettir. Bilgelik orta yolu arar. Masallardaki yardımcı hayvan figürleri insan dilinde konuşur , zeki ve bilgedir. Bu hayvanların ruh arketipini ifade ettiğini söylemek yanlış olmaz. İnsan ruhunun spontan , naif ve çarpıtılmamış bir ürünü olan masal , insan ruhu ne ise onu ifade etmekten başka bir şey yapmaz.
Bireyüstü bir faktör olarak avcı imgesi , ortak bilinçdışının başat özelliğidir. Avcı , büyücü , karga , sihirli at, dünya ağacının tepesinde kalma gibi karakteristik özellikleri vardır.
Kızıldereli mitolojisinde hilebaz/oyuncu arketipi halk dilinde faka bastırılmış , aptal olarak karakterize edilebilir. Hilebazın tuhaf motifi kısmen eğlenceli , kısmen de kötücül kurnaz oyunları , biçim değiştirme yetisi , her tür işkenceye maruz kalabilmeyi , kurtarıcı figürünü andırması ile de görülür. Hilebazın önceden kestirilemez oluşu , anlamsızca tahrip etme hırsı ve kendi kendine dayattığı acılarla yavaş yavaş kurtarıcıya dönüşmesi , aynı zamanda insanlaşması hilebazın “aziz” ile olan ilişkisini gösterir. Hilebaz muzip alıntılarda , karnaval coşkusunda , şifa ve büyü ritüellerinde , dinsel korku ve aydınlanmalarda , kimi zaman açık seçik , kimi zaman da muğlak biçimlerde , tüm zaman ve mekanların mitolojisinde dolanır. Demek ki ilkel ya da barbar bir bilincin , gelişmenin çok daha erken bir evresinde bile kendine dair bir imge oluşturması , bunu yüzlerce hatta binlerce yıl sürdürmesi , en temel özelliklerinin ayrımlaşmış arkaik özelliklerin eski olduğu kadar muhafazakar ve inatçı oldukları söylenebilir. Eski imgelerin anısında bir türlü kurtulamaz insan , bu nedenle de bu anıyı anlamsız bir yük gibi taşır durur. İnsan dışarıdan bakıldığında uygar bir insan gibidir ancak kendi içinde bir ilkeldir. Kimi kökenini ele vermek istemez kimi ise bunu çoktan aştığını düşünür…